TV’den Kurumsala: Sözcüklerin Gücü Adına
Netflix’in son gözdesi Bridgerton dizisini izlediniz mi? Geçen hafta Netflix’in yaptığı açıklamaya göre, dünya genelinde gösterime girdiği ilk ay içinde, 83 ülkeden 82 milyonun üzerinde evde izlenilmiş. Netflix’te 4 hafta içinde en çok izlenilen prodüksiyon olmuş. Julia Quinn’in 1800’lerin Londra’sında geçen bir romantik roman serisinden uyarlanan dizi, usta prodüktör Shonda Rhimes, tarihi, normları, cinsiyet, ırk ve sınıf ayrımını ve sosyal baskıyı irdeliyor ve bugünün eşitsizliklerine ithafta bulunarak dünyanın her yerinden seyirciyi sürükleyici ve yenilikçi bir televizyon diliyle ekranlara kilitliyor. Grace Anatomy ve How to Get Away with Murder? gibi prodüksiyonlarda başarıyla uyguladığı güçlü kadın ve azınlık karakterleri bir dönem dramasına da Rhimes kendine özgü diliyle uyguluyor ve bir kez daha, ırk, millet, cinsiyet, ve yas demeden herkesin ilgisini çekecek bir televizyon efsanesi yaratmış oluyor.
Rhimes’in kurduğu televizyon dünyası, Shondaland’ı ve beyninin içine sığdırdığı yaratıcı enerjiyi anlamak için, kendini duru ve samimi bir dille anlattığı Evet Yılı’ndaki benzetmelerini okumak lazım. Diğer televizyon yazarları gibi Rhimes da kitabında tv yazarlığını yaklaşmakta olan hızlı tren için ray döşemeye benzetmekte. Tren yolunu oluşturan raylar senaryo; tren ise prodüksiyon. Ne olursa olsun 8 günde yeni bir bölüm çekilecek, bunun için önce rayların döşenmiş, hemen akabinde prodüksiyonun hazirlanıyor olması gerekli. Hız ve yaratıcılık birbiriyle yarışıyor ve dizi seyirciyle buluştuğunda doğrudan bağlantı kuruyor, herkes kendinden birşeyler bulabiliyor.
Rhimes için senaryo yani dil başarısının belirgin temeli. Ancak birçok başka sektörde kurum için dil ve üslup kolaylıkla göz ardı edilmekte, kelimelerin gücünün kurum kültürünü oluşturmakta ne kadar büyük rol oynadığı unutulmakta. Neyi nasıl söylediğimiz düşüncelerimizi şekillendirmekte ve beraber çalıştığımız kişilerle ilişkilerimizi belirlemekte. Bu ilişkiler is yapış biçimimizi ve takım kültürünü tayin etmekte. Olumlu sözler yapıcı ilişkilerin ve büyük işleri tamamlayan takımların oluşmasına olanak sağlarken, durdurucu ve engelleyici sözler ve davranışlar kişilerin azmini kırmakta.
Ofiste en çok kullanılan olumsuz kelimeleri kullanmayı bıraktığınızı varsayalım. Bunu yetiştiremem, bu asla işe yaramaz, bunu daha önce denemiştik olmadı, gibi daha denemeden önümüze gelen proje veya soruya otomatik hayır demek için sıklıkla kullandığımız cümleler. Oysa, bazı ucu açık sorular kullanarak, kendi kendimize koyduğumuz engelleri kolaylıkla kaldırabiliriz. Örneğin, “bunu nasıl yapabiliriz?” sorusu bize farklı olasılıkların kapısını açar. Kesin hükümlerden takımı uzaklaştırarak yeni şeyler denemenin veya daha önce denenmiş yöntemlerin geliştirilerek farklı sonuçlar çıkarabileceğinin üzerinde durur.
Bazen o kadar sonuç odaklı oluruz ki, sonuca giden basit süreçlerde ilerlemek için kullanılan dilin iletken veya yalıtkan olmasının önemini atlarız. Dil iletken olduğunda yapıcıdır, sözcüklerin bir araya gelerek fikirlerin oluşturulmasına, fikirler birleşerek aksiyonların oluşturulmasına olanak verir. Takımlar birbirlerinin fikirlerinin üzerine koyarak yeni prosesler, sistemler veya ürünler yaratabilirler. Yalıtkan olduğunda ise, fikirler tek tek ayrı adacıklarda bırakılır, olmaz’lar, daha önce denenmiş’ler kümesine atılır ve unutulur.
Çoğaltan ya da Azaltan Liderler
Dil ve üslup liderlik şekillerine de damgasını vurur. Bazı liderler takımlarındaki yetenekleri belirleyip, onların kapasitelerini maksimumda kullanma yetisine sahiptir. Bu tip liderlere İK yöneticisi, yazar Liz Wiseman “çoğaltan liderler” der. Bu özellik karizma ve zekanın ötesinde bir yetidir, çevrelerindeki çalışma arkadaşlarını entellektüel anlamda beslerler, daha iyi olmaları için her olacağı kullanırlar, hedeflerini yapabileceklerinin biraz üzerine koyup onları o hedefe doğru küçük küçük iterler. Wiseman, Oracle için çalışırken, 150’nin üzerinde liderle görüşmüş ve bir azaltan-çoğaltan liderlik spektrumu oluşturmuş. Bir uçta, azaltan liderler, takımlarını sıkı kontrol edip, yaratıcı yetilerini tam kullanamayanlar, diğer uçta ise, çoğaltan liderler, takımlarına zorlayıcı hedefler koyup, kendilerinin bile başarabileceklerini düşünmedikleri hedeflere ulaşmalarını sağlayanlar. Çoğaltan liderler iletken bir iletişim geliştirerek takımlarında açık diyalog yürütür, takımdaki potansiyeli gruptaki interaksiyonu canlı tutarak, çıtayı yukarı çekerler, hep kendilerini aşarak zamana meydan okuyarak durmadan ilerlerler.
Klişeleşmiş bir örnek olmakla beraber, Steve Jobs özellikle gerçeği çarpıtma konusunda çoğaltan bir lider olarak bilinirdi. Çevresindekilere imkansızı yapabileceklerine inandırır ve adeta sihirle imkansızı gerçekleştirmelerini sağlardı. Hep mentorların söylediği ne iş yaptığın değil, kimin için çalıştığın önemlidir derler. Ne iş yaparsanız yapın sizin potansiyelinizi ortaya çıkaran bir liderle çalışmak en büyük başarıları getirecektir.
Liz Wiseman’in çoğaltan liderlere takımlarının yapabilirliklerini ikiye katlamaları için birkaç önerisi var: Bir yetenek mıknatısı olun, en iyileri, en yaratıcıları çekin, potansiyellerini maksimumda kullanmalarını ve sizinle kalmalarını sağlayın. Kayda değer bir zorluk veya misyon bulun, öyle ki bu misyon takımındaki profesyonellerin düşünüşünü esnetsin. Tartışmaların önünü açın, farklı görüşlerin dile getirilmesine ve değerlendirilmesine ortam hazırlayın. Takım üyelerinin sonuçları benimsemelerine olanak verin ve başarılarına yatırım yapın. Aidiyet yaratın. |