Üniversite ve İş Dünyası Arasında Nasıl Köprü Kurulur?
Datassist’in katkılarıyla 09 Şubat 2015 tarihinde Dünya Gazetesinde yayımlanmıştır.
Geçmişten günümüze eğitim sisteminin açıkları birçoğumuzu iş dünyasına hazırlamak konusunda çok yetersiz kalıyor. Üniversite gençleri iş dünyasına hazırlamalı mı? Yoksa işe girdiklerinde öğrenecekleri konularla ilgili temel mi oluşturmalı?
Washington Post konuk yazarı Jeffrey J. Sellingo’nun 2 Şubat’ta yazdığı makalesinin başlığı: Üniversite eğitiminin amacı nedir? Eğitim mi, İş mi? Sellingo, the Chronicle of Higher Education dergisinin editörü ve yüksek öğrenim üzerine birden fazla kitabın yazarı. Sellingo’nun yazısına göre, özel üniversitelerin pahalılığı ve on binlerce mezunun işsiz kalması veya üniversite diploması gerektirmeyen işlerde çalışma zorunluluğu sonucunda, önemli bir yenilgiyle karşı karşıya: okullar gençleri işe hazırlayamıyor.
Üniversite mezunları işverenlerin istediği analitik düşünme, araştırma ve etkili iletişim kurma gibi niteliklerde yetersiz kalıyorlar. Amerika genelinde 169 üniversiteden 32.000 öğrencinin girdiği sınav sonuçlarına göre, üniversite son sınıf öğrencilerinin %40’ı karmaşık muhakeme yeteneklerinde beklenenin çok gerisinde kalıyor. The Collegiate Learning Assessment Plus testi, birinci sınıf ve son sınıf üniversite öğrencilerine veriliyor, ve üniversite öğrenimi sırasında kazanılan düşünme, yazma, iletişim ve analitik düşünme alanlarındaki gelişimi ölçmeyi hedefliyor. Sınavın sonuçları incelendiğinde, devlet okulları ve özel okullar arasında az bir farkın olduğu gözlemleniyor. Beklendiği gibi, en iyi üniversitelerdeki son sınıf öğrencilerinin diğer son sınıf öğrencilerine göre sınavda daha başarılı olduğu görülüyor. Ancak, birinci sınıf son sınıf arasında gelişime bakıldığında, en iyi üniversitelerdeki öğrencilerin gelişimlerinin diğer okullardaki öğrencilere göre daha az olduğu göze çarpıyor.
Tüm bu tartışmaların özü bir soruya dayanıyor: “Öğrencileri iş dünyasına hazırlamak sadece üniversitelerin sorumluluğu mu?” 1950’lerde, üniversiteler gençlerin dersleri keşfetmeye gittiği ve mesleklerine son senelerinde veya okulu bitirdikten sonra karar verdikleri eğitim kurumlarıydı. 1960’ların sonunda, o zaman yeni California eyaleti valisi olan Ronald Reagan eğitimin entelektüel merakın beslenmesi için değil, iş bulmak için bir gereklilik olduğunu ilk kez dile getirmişti. İlerleyen yıllarda Amerika genelinde eğitim, idealist öğrenme odaklı bir kurum olmaktan yavaş yavaş uzaklaşarak mezunlarının iş bulmasını sağlayan bir etiket halini aldı. Öğrencilerin çoğu için diploma iş bulmak için bir adım. UCLA (University of California, Los Angeles) ilk sene öğrencileri arasında yapılan bir ankette üniversiteye gitmenin en önemli nedeni ‘iş bulmak’.
Üniversitelerin amacı mezunlarının ‘iş bulması’ olunca…
İş bulmak en önemli neden ve amaç olunca, eğitimin odağı ister istemez değişiyor. Hem üniversite yönetimi hem de öğrenciler için ticari bir baskı devreye giriyor. Hangi bölümü seçersem mezun olduktan sonra daha kolay iş bulurum? öğrencinin cevap vermesi gereken büyük soru haline geliyor. Bu da öğrencinin sevdiği bölüme girmesini zorlaştıran bir etken. Eğer sevdiği konular sosyal bölümlerse ve iş bulmasının ne kadar zor olacağını çevresinden sürekli duyuyorsa, öğrenci kendini farklı bölümleri değerlendirmeye zorluyor. Ne de olsa ne okuduğundan çok, okuduğunun ne kadar hızlı işe dönüşeceği önemli. Benzer bir durum, üniversite yönetimleri için de söz konusu, herkesin ilgi duyduğu, geleceğin işleri olarak gördüğü bölümlere daha çok finansal kaynak bulmaya öncelik veriyor. Böylece, kar amacı güden bir üniversitenin daha fazla öğrenci çekmesi mümkün oluyor.
Bu ticarileşmenin orta ila uzun vadede topluma zararları büyük. Öncelikle çocukların yatkın oldukları, ilgi duydukları konuları keşfetmeleri için uygun bir ortam oluşturulamıyor. O dönemin trend meslekleri neyse birçok öğrenci fazla kafa yormadan, kendilerini tartmadan bu alanlara konsantre oluyorlar. Bu düşünme veya düşünememe sonucunda, öğrenciler belki yaşamları boyunca sevmedikleri bir işe tamam demiş oluyorlar, belki mezun olduktan sonra tamamıyla farklı bir alanda çalışacaklarını bile bile 4 yıllarını pek de ilgi duymadıkları konuları okuyarak geçiriyorlar. Sistem öğrencileri eğitmeye ve bilinçli bir karar vermeye itmiyor.
Diğer yandan da, globalleşmenin ve kapitalizmin damgasını vurduğu dünyada eğitimin farklı bir görev üstelenmesi de normal. Üniversite eğitiminin amaçlarından birinin, meslekî donanım sağlamak ve ilk işe hazırlamak olması yersiz bir beklenti değil.
Ebeveynlerin gelirleri büyük ölçüde yukarı çıkmasa da, üniversite masrafları sürekli yukarı çıkmaya devam ediyor. Daha fazla sayıda öğrenci ve aile eğitim yatırımlarının iyi bir işle garantiye alınmasını talep ediyor. Üniversite birinci sınıf öğrencilerine sorulduğunda 10 öğrenciden 8’i finansal açıdan iyi bir işe girmenin mezun olduktan sonra bir numaralı önceliği olduğunu dile getiriyor. Tabii ki öğrencilerin mezun olduktan sonra ‘iyi maaş veren’ bir işe girip girmeyecekleri tamamıyla o günün ekonomisiyle ilgili. Ancak bir de işin diğer yüzü var: öğrencilerin işe yeterli olup olmamaları. Bu sorunun cevabı işverenlerin değerlendirmesine göre, ‘yeni mezunlar okulda aldıkları eğitimle işin altından kalkmaya yeterli değiller’.
Yeni Mezunlar İş Dünyasına Nasıl Hazırlanabilir?
İşverenler çoğu zaman yeni mezunların iş için yeterli donanıma sahip olmadıklarından şikayetçiler. Aslında, yeni mezunların işe hazır olmamaları hem üniversitelerin hem de işverenlerin ortak problemi. İki tarafın da öğrencileri iş dünyasına hazırlamak için belli stratejileri geliştirmesi ve adım adım uygulaması gerekli. Eğitim sistemini değiştirmeye gücümüz olmayabilir. Peki ya, özel sektör olarak gençleri yetiştirmek için biz neler yapabiliriz?
Beklentiler konusunda gerçekçi olun.
Bugün yeni mezunlardan beklenti çok yüksek. Orta sınıf beyaz yaka kariyerlerin tek çözümü olarak görülen üniversite diplomasından öğrencilere geniş bir temel bilgi verme ve yetenek kazandırma açılarından beklenti oldukça yüksek. Tüm bu bilgi ve yetenek kazandırma silsilesinin 4 yıla sığdırıldığı ve çoğu zaman öğrencilerin özel ilgisi ve konsantrasyonu olmadığı sürece birçok alanda bilgilerin yüzeysel kaldığı gerçeği unutulmamalı.
İşleri keşfedilmesi erken yaşta teşvik edilmeli.
Her zaman dikkate alınması gereken bir gerçek var ki, o da öğrencilerin çoğu zaman kendilerini yakın hissettikleri, konuyla ilgili en çok bilgiye sahip oldukları alanı/mesleği tercih etmeleri. Bir diğer deyişle, gördükleri, çevrelerinde sıklıkla karşılaştıkları meslekler muhtemelen kendi meslek tercihleri havuzunu oluşturmakta. Kendi aileleri, aile dostları, komşuların meslekleri öğrencinin radarında olan meslekler. Çoğu çocuğun ilgisini çekecek birçok meslekten veya çalışma alanından haberi dahi yok.
ğitim sistemi kariyer konusunda bilgilendirmeye çok geç kalıyor bazı alanlarda hiç etkili bir iş çıkarmıyor. Dolayısıyla, çocukların bilinçli bir karar vermesini beklemek pek de gerçekçi bir beklenti değil. Amerika’daki üniversite sisteminde ilk sene sonunda öğrencilerin dörtte birinin alan değiştirmesi aslında şaşırtıcı değil. Türkiye’de durum çok daha zor, bölümler arası geçişler çoğu üniversitede hiç de kolay değil. Üniversitelerin ilk senelerde daha fazla mesleki rehberlik hizmetleri vermesi çocukların doğru alanlara yönlendirilmesinde önemli rol oynayacaktır. Mesleki alanlarda rehberlik yapan kariyer koçları öğrencilerin ne gibi alanlarda başarı sağlayabileceğine, hangi yeteneklerini hangi alanlarda kullanabileceklerine yol göstermelidir.
Daha çok maaşlı staj olmalı.
Özellikle üniversite yıllarında stajlar eskisinde de daha önemli etkiye sahip. Stajlar, öğrencilerin ihtiyaç duyduğu işyeri yeteneklerini kazandırmanın yanı sıra, öğrencilerin farklı kariyer olanaklarını keşfetmelerine fırsat tanımakta. Günümüzde birçok işveren stajı bir deneme süresi gibi, stajyeri değerlendirme ve işe alım sürecine dahil etme amacıyla kullanmakta. Burada en önemli problem çok sayıda stajın ücretsiz olması. Öğrenciler çoğu zaman herhangi bir nitelik gerektirmeyen ancak cep harçlıklarını çıkardıkları işi ücretsiz stajlara tercih ediyorlar. Bu sayede, bütçelerini daha kolay ayarlıyorlar. İyi niteliklere sahip stajyerleri çalıştırmak için işverenlerin stajyerlerine maaş vermesi gerekli. Üstelik, bu sayede işverenler kendi şirketlerinde yetiştirdikleri stajyerleri zaman içinde kadrolarına dahil etme ve geleceğin yöneticilerini yetiştirme lüksüne sahip olacak.
20’lerinde iş değiştirmekten korkmayın.
Yetişkinlerin çoğu zaman yirmili yaşlarda sürekli iş değiştiren gençlere karşı önyargı geliştirdiğini görürüz. Kısa sürede yapılan iş değişiklikleri kişinin yönünü bulamadığını, ne yapmak istediğini bilmediği veya sıkılgan bir yapıya sahip olduğunu gösterebilir. Ancak, iş değiştirmek aynı zamanda kişinin kendi kendini keşfetme yolculuğudur. Farklı meslekleri, işleri, şirketleri, sektörleri keşfetmenin en kolay yolu bilfiil oralarda çalışmaktır. Kişi çalıştıkça neyi isteyip istemediğini anlar, nelerin işte kendisini mutlu ettiğini, nelere dikkat etmesi gerektiğini deneyimler. Bu ilk deneme işler sayesinde, kariyerinin ilerleyen dönemlerinde kendini daha mutlu eden ve daha fazla maaş alabileceği işleri bulması kolaylaşır.
Yeni mezunların ilk günden iyi iş çıkarmasını beklemeyin.
Yeni mezun elemanınızı işe yönelik eğitimden geçirmeniz şarttır. Okulda çok başarılı bir öğrenci bile olsa, işyerinin doğrularını, ne yapması gerektiğini öğrenmesi için kişinin belli bir eğitimden geçmesi gereklidir. Bazı şirketlerde bu eğitim formel bir teori eğitimi olurken, diğer şirketlerde iş işte öğrenilir. Her halükarda kişinin birinci günden işin tüm sorumluluklarını alması beklenemez.
Yeni mezunların kariyerlerine daha kolay bir geçiş yapmaları için gereken, üniversitelerin ve şirketlerin genç mezunları işe hazırlama konusunda daha etkili bir planlama ve uygulama içine girmeleridir. İş işte öğrenilir sözü çoğu zaman doğru olabilir ancak kişinin o işe üniversite sıralarında hazırlanması için şirketler ve üniversitelerin beraber çalışması ve ortak programlar geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Bu yazı Dünya Gazetesi'nin Değişim Yelpazesi köşesinde 09.02.2015 tarihinde yayınlanmıştır.