BİZE KENDİ CENAZEMİZİ HAYAL ETTİREN ADAM
Yazar: Ela Erozan Gürsel
Başarılı olabilmek için, insanın kendi cenaze töreni ve oradaki konuşmaları hayal etmesinin gerekliliğini savunan; öğretmen, danışman ve Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı adlı meşhur kitabın yazarı: Steven Covey, Daily Herald’ın haberine göre geçirdiği bisiklet kazasının ardından meydana gelen komplikasyonlar sebebi ile geçtiğimiz hafta hayata gözlerini yumdu.
Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı, iş dünyasındaki bir çok kişinin alışkanlıklarını gerçek anlamıyla dokunmuş bir kitap. Bu denli geniş kitlelere hitap edip, “tüm zamanların en iyi yönetim kitabı” olarak anılacak derecede büyük bir etki yaratmasının altında yatan ise, yazarın gerçek ve samimi iç görüsünü yansıtmasıdır.
Covey’nin cenazesi Cumartesi günü Utah Valley Universitesi’ndeki törenden sonra kaldırıldı. Cenazeye ailesi, dostları, iş arkadaşları, kilise mensupları ve okurlarının bulunduğu yaklaşık 2500 kişilik bir topluluk katıldı. Çocuklarının babalarıyla anılarını anlattıkları, torunlarının şarkılar söylediği törende Covey okuyucularına kitabında yazdığı prensipleri yaşayan bir adam olduğunu gösterdi. Okuyucularına tavsiye ettiği gibi sonunu düşünerek yani ölümünü hayal ederek yaşamına başladığını geriye bıraktığı başarılı kitaplar, konuşmalarıyla etkilediği insanlar ve tüm işlerine rağmen zaman ayırmayı ihmal etmediği kocaman sevgi dolu bir aile ile kanıtladı.
Time ve Forbes tarafından en etkili yönetim kitabı yazarları arasında sayılan Covey aynı zamanda Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı kitabıyla en çok satılan sesli kitabın yazarı. Kitap 38 dilde 20 milyon kopya satmıştı. Ayrıca, yönetim alanında kariyeri süresince kitabında bahsettiği prensipleri konuşmacı ve yönetim danışmanı olarak geniş bir kitleye ulaştırmayı başarmıştı. Covey’nin kitabının temeli öncelikler belirleyip kısa ve uzun evredeki hedeflerini bu önceliklere göre belirlemeye dayanıyor. Stratejisi kurumun genel üretkenliğinden ve başarısından daha çok bireyin performansını geliştirmesine yönelik.
Bakış açımızı değiştirme zamanı
Covey bizleri iş dünyasında ve gündelik hayatımızda sıkı sıkıya inandığımız paradigmaları yani yazılı olan veya olmayan tüm kuralları, uygulamaları ve bunların sonucunda oluşturduğumuz bakış açımızı değiştirmeye davet eder. Bakış açımızın nasıl değişeceğine dair örnekler verir. Bir anekdotta bir adam iki oğlan çocuğuyla metroya biner. Çocuklar deli gibi bir o yana bir bu yana koşmakta, çılgınca bağırmakta ve çevredeki insanları rahatsız etmektedir. Çocukları seyredenlerden biri 10 dakika kadar sabırla babanın duruma müdahale etmesini bekler ancak baba tek bir uyarı bile yapmaz. Adam sonunda dayanamaz ve babaya çocuklarına sahip çıkması gerektiğini kibarca söyler. Babanın cevabı düşündürücü olur: “Biraz önce hastaneden çıktık, çocukların annelerini kaybettik. Sanırım ne çocuklar ne de ben bu durumla nasıl başa çıkacağımızı bilemiyoruz.” Birden çocukların kontrolsüz yaramazlıklarının arkasındaki neden anlaşılınca onları anlamak, hareketlerini farklı değerlendirmek mümkün olur. Çocukların davranışlarında hiçbirşey değişmez ancak metrodakilerin onlara bakışı tamamen değişmiştir.
Bir başka örnekte başka bir baba ve oğlu yüzme havuzundadır. Tam havuzdan çıkacaklarken çocuk havuzda oynayan çocuklara dalgın dalgın bakar. Baba da ‘gene mi daldın, hadi gidiyoruz artık’ diye çocuğu çekiştirir. Çocuğunun içe kapalı olmasından diğer çocuklar gibi aktif olmamasından şikâyetçidir. Düşünün ki ertesi gün çocuğun IQ testi sonuçlarıyla ilgili okulundan arasalar ve çok yüksek IQ’ya sahip olduğunu söyleseler, babanın tepkileri nasıl değişir? Çocuk her bir objeye veya insana baktığında, baba merakla sormaz mı ‘ne görüyorsun, ne düşünüyorsun?’ diye.
Covey’nin kitabında savunduğu prensip merkezli paradigmadır. Yani, dünyada neler oluyor, insanlar ne düşünüyor, bizler ne yapıyoruz, ne hissediyoruz gibi değişkenler yerine davranışlarımızı kendimizin belirlediği değişmeyen prensiplere göre belirlememizi önerir. Aynı bakış açısından yola çıkarak probleme problem olarak değil fırsat olarak bakmayı öğütler. Problemlere yeni bir öğrenme vesilesi olarak yaklaşmak problemi çözen insanların birbirlerine yakınlaşmalarına ve olaylara pozitif bakmalarına yardımcı olacaktır.
Üretim ve Üretim Kapasitesi
Altın kaz hikâyesinin birçok versiyonu vardır. Covey bu hikâye aracılığıyla üretim ve üretim kapasitesini tanımlar. Çiftçinin biri birgün altın bir kaz satın alır. Her hafta kaz bir altın yumurta yumurtlar. Çiftçi sevinçten çılgına döner. Altın yumurtayı satar, tüm ihtiyaçlarını giderir. Bir hafta sonra altın kaz gene bir altın yumurta yumurtlar. Gene yumurtayı satar, parasını harcar. Kazın yumurtlaması saat gibi haftada bir devam eder, çiftçi de her hafta yumurtayı satarak parasını alır. Öyle bir zaman gelir ki artık çiftçi haftanın sonuna kadar altın yumurtayı beklemeye dayanamaz. Yumurtayı içinden çıkarıp satmak için kazı haftasonu gelmeden öldürür. Her zamanki gibi parayı son kuruşuna kadar keyfine göre harcar. Bir sonraki hafta acı bir şekilde anlar ki ona altın yumurta yumurtlayan kazı artık yoktur. Hikayenin ana fikri basit; asla altın yumurtlayan kazınızı öldürmeyin.
Üretim kazın her hafta yumurtlamasıdır. Üretim kapasitesi ise altın kaza iyi bakmaktır. Covey’nin bahsettiği üretim bugün birşeyi çalıştırmaktır. Üretim kapasitesi ise, birşeyin gelecekte çalışabileceğini garanti etmeyi amaçlar. Üretim kızınıza odasını toplamasını söylemekse, üretim kapasitesi kızınıza yaşam boyu düzenli bir insan olmayı öğretmektir. Etkili olmak için üretim ve üretim kapasitesi her zaman dengede olmalıdır.
Prensip Merkezli Olun
Ne merkezlisiniz? Ruh halinizi ne belirler? Eğer iş sizin keyifli, stresli veya düşünceli olmanıza sebep oluyorsa, iş odaklı bir yapıya sahipsiniz demektir. Eğer ruh halinizin iyi veya kötü olması eşinizle iyi geçinip geçinmediğinize, tartışıp tartışmamanıza bağlıysa, o zaman eş odaklısınız demektir. Covey ruh halinizi kişilere veya uğraşlara dayandırmak yerine prensipler üzerine kurulmasının sağlıklı olduğuna inanır. Bunun en temel sebebi hayatta eş, iş gibi birçok şeyin değişebileceği ancak prensiplerin sabit kalacağı görüşüdür. Doğru prensipler zamana, mekâna, kişilere veya olaylara endeksli değildir. Değişmez bir yapıya sahiptirler. Prensipler derin, temel doğrular üzerine kurulu, saygı duyulan yol göstericilerdir. Her birey kendini mutlu edeni, doğrularını, inançlarını bulmak daha anlamlı bir yaşam sürmek için prensiplerini belirlemelidir.
Cenazenizi Hayal Edin, Kişisel Misyonunuzu Bulun
Hayatta herşeyin bir anlamı olmasına inanan veya inanmak isteyen bir insansanız, kendi misyonunuzu da keşfetmek istemeniz doğaldır. Neden dünyaya geldiniz? Dünyada misyonunuz nedir? Misyonunuzu keşfetmenin yolu, prensiplerinizi belirlemekten geçer. Prensiplerinizi belirlemek için ise, biraz sıradışı olmaya hazır olun. Cenazenizi hayal edin. Aileniz, dostlarınız, yakınlarınız size son yolculuğunuzda veda etmek için biraraya gelmişler. Sizinle ilgili neler düşünüyorlar? Aralarında neler konuşuyorlar? Sizinle geçirdikleri hangi anlar daha çok akıllarında kalmış? Onların hayatlarına nasıl etki etmişsiniz? Yaşamınızdaki hangi başarıları alkışlamışlar, gıpta etmişler? Şimdi kendinize sorun: ‘Onların sizinle ve yaşamınızla ilgili neler söylemesini istersiniz? Hayatınız noktalandığında en yakınlarınız başarılarınız, çabalarınız, inançlarınızla ilgili ne yorumlar yapmalı? İşte bu soruların cevabı sizin prensiplerinize ayna tutacaktır.
Cenazenizde yaşamınız boyunca üstlendiğiniz rolleri düşünün. Özverili ve sabırlı bir ebeveyn, hırslı bir çalışan, mentorluk etmekten hoşlanan bir yönetici, disiplinli bir sporcu ve daha nice rol… Bu rollerde sizi başarılı yapan anları gözünüzün önüne getirin. Kızınızın ilk okul gününü düşünün elini sıkı sıkı tuttuğunuz okul kapısında öğütler verip sulu gözlerle ayrıldığınız anı, birkaç yıl sonra çarpım tablosunu ezberlettiğiniz uzun saatleri düşünün, ilk kez arkadaşlarıyla dışarı çıktığı akşamı, kızınız hastayken geçirdiğiniz uykusuz geceleri… tüm bu anlar sizi iyi bir anne veya baba yapar.
İşin Sonunu Düşünerek Başlayın
Ölümü düşünmek 30’lu, 40’lı, 50’li yaşlardaki birçok profesyonel için çok uzak olabilir. Birçoğumuz kurumsal hiyerarşide hızla yükseklere ulaşmak için basamakları koşar adım çıkmaya çalışırız. Çoğu zaman basamaklara o kadar konsantreyizdir ki merdiveni hangi duvara dayadığımızı unuturuz. Onca çabanın sonucunda yanlış duvara dayadığımız bir merdiven tatminsizliklere yol açar. En tepelere ulaşmanıza rağmen sizi mutsuzluğa itebilir.
Oysa, bu çok yoğun iş ve özel yaşamımızda, sonu düşünerek plan yapmak gerçekten etkin ve anlamlı işler çıkarmamıza yardımcı olacaktır. Ölümü düşünmenin amacı ‘ben bu yaşamı tamamladığımda hangi noktada olmak istiyorum?’ sorusuna yanıt bulmak olmalıdır, bu da bizi oldukça etkili bir yaşam sürmeye iter. O zaman ölümü düşünmenin karamsarlığından sıyrılır, ben nasıl bir yaşam sürmek istiyorum’a odaklanırız.
En Önemli Şeylere Öncelik Verin
Yaşamınızı kocaman bir cam kavanoz olarak hayal edin. İçine önce kocaman taşları yerleştirin, bunlar hayatınızda en önemli yeri olan şeyler: Aileniz, sağlığınız, bilginiz, inançlarınız ve tutkularınız. Kısacası, hayatınıza anlam katan herşey, kocaman taşlar sizin vazgeçilmezleriniz. Kum ise, kavanozla taşların arasını dolduran, zamanı geçirdiğiniz, gününüzü dolduran uğraşlarınız. Kum hiçbir zaman büyük taşlar kadar önemli değil. Ancak kişinin neyin kum neyin taş olduğunun farkında olması önemli. Aksi halde, zamanının çoğunu alan işler, zorunluluklar, insanın misyonunu oluşturan taşların yerini doldurabilir.
Covey’nin cenazesinin ardından insan düşünmeden edemiyor: Acaba Stephen Covey’nin cenazesi hayalindeki cenazeye ne kadar benzedi? Sevdikleri duymak istediği şeyleri mi konuştu arkasından?
Bu yazı Dünya Gazetesi'nin Değişim Yelpazesi köşesinde 24.07.2012 tarihinde yayınlanmıştır.