Dijital Göçmenlerin Yetiştirdiği Dijital Yerliler
Benim gibi kırklı yaşların üzerindeyseniz, siz bir dijital göçmensiniz. Yani bilgisayarla lise veya üniversite döneminde tanıştınız, akıllı telefonun her işi gören uygulamaları daha da ilerleyen yaşlarda hayatınıza girdi, sosyal medyayla barışık bile olsanız, ancak belli mecraları kullanıyorsunuz. Oysa, çocuğunuz veya yeğeniniz henüz 1 yaşındayken iPhone ekranını parmağıyla kontrol edebileceğini fark etti. Sürekli kendini resimlerden ve videolardan izlemek çok doğal bir aktivite. Ortaokul çağına geldiklerinde, tabletlerinden kendi müziklerini yapan, dünyanın dört bir yanından kişilerle bilgisayar oyunu oynayan, telefonla tüm ihtiyaçlarını gideren bir nesil. İşte bu arkadaşlar dijital yerliler. Milenyaller, Z ve Alfa nesilleri dijital teknolojinin içine doğup bilgiye aygıtlarla kolaylıkla ulaşan bireyler. İnternet onlar için su ve yemek kadar yaşamsal bir ihtiyaç. Hobileri, yaptıkları işleri, dünya görüşleri hep teknoloji gerektiriyor.
Bir dijital göçmen dijital yerlilerin dünyasına nasıl adapte oluyor? Kaçınılmaz bir şekilde, hem işte hem de kişisel yaşamda başarılı olmak için güne uygun olmalı, sürekli öğrenmeli, kendini geliştirmelidir. Hele ki anne-baba ise, bu öğrenme, gelişme, bugüne ait olma daha da önemlidir. Çocuk eğitimi evde başlar, anne-baba çocuğun ilk öğretmenleridir. Evde bugüne mümkün olduğunca adapte olmuş aileler çoğu zaman kendi doğruları, değişen dünya, çocuğun karakteri ve yeteneklerini sentezleyerek kendilerine özel yetiştirme formüllerini oluşturmaya çalışırlar. Ancak, önlerinde bir diğer engel vardır: eğitim sistemi. Herkese uyan bir kalıpta direnen okullarımız.
Eğitim sistemimizin temelleri sanayi devriminde etkin üretimi amaçlamaktaydı. Fabrikasyon işlerde çalışıp komut almayı bilen bir insan ordusu yaratmaktı. Bugün herkesin aynı işi tekrar tekrar yaptığı işçilerin yerini robotlar almakta hem de insan gücünden çok daha etkin bir şekilde işlerini yapmaktalar. Okullar çocuklara 20. Yüzyılın mesleklerine temel oluşturacak bilgi ve yetiler öğretmekte. O bilgi ve yetiler zaman aşımına uğramış, çocukların açıp bakmayacağı ansiklopediler arasına atılmaya mecbur. Bugün bilgiye kolaylıkla herkes ulaşabiliyor, değerli olan o bilgiyi farklı kaynaklardan derinlemesine ve karşılaştırmalı olarak araştırmak, araştırma sonucunda bir fikir edinmek ve o fikri verilere dayandırarak sunmak. Eğitim sistemlerinin de bu yönde ilerlemesi gerekli. Yani, kişinin öğrenmeyi öğrendiği bir sistem.
Dünya genelinde uluslararası okullar IB (İnternational Baccalaureat) sistemi içinde çocuklara ders içeriğinin yanı sıra hayatta uygulayabilecekleri yetiler kazandırıyor. Eleştirel düşünme, takım çalışması, yaratıcı düşünme ve duygusal zekâ gibi yumuşak yetilere odaklı, insanı insan yapan yetilerin geliştirilmesi ön plana çıkıyor. Bu yetiler aynı zamanda bireysel olarak bizleri birbirimizden farklılaştıran yetiler. Sivrildikçe farklı alanlarda (hatta bugün meslek olarak olmayan veya nadir olan alanlarda) kendimizi göstermemizi sağlayacak.
TINK (Technology and Humanity Colleges) CEO’su Zeynep Dereli eğitim felsefesini anlattığı kitabı Dijital Yerliler’de farklı eğitim sistemlerini sentezleyerek oluşturdukları yeni nesil bir öğretim modelinden bahsediyor. Öğretmenler ve dersler arası etkileşim şart bu model içinde. Aynı iş dünyasındaki projelerde olduğu gibi, farklı disiplinler birarada çalışıyorlar ve projeyi gerçek yaşama yakın çok yönlü oluşturuyor. Projenin sunumu, sosyal medya vasıtasıyla tanıtımı ve pazarlaması, analitik planlaması, Excel kullanımıyla bütçelemesi yapılmış mı? Tüm bu kriterler öğrenciyi ilk işine hazırlayacaktır. Ancak, müfredatın yoğunluğu ve ezbere dayalı sınav sistemi bu tür disiplinler arası etkileşimleri imkânsız kılıyor. Bir diğer önemli konu da, öğrenilen konuyu öğrenci için ilginç kılmak. Gaming gibi öğrenmeyi eğlenceli kılan ve çocukların birbirleriyle etkileşim içinde tatlı bir rekabetle fark etmeden öğrendikleri sistemler son günlerde hızla gelişmekte. Bu tür yeni metotlarla öğrencilere öğrenmek keyifli bir süreç haline gelmeli. Öyle ki, uzayan ömürlerle beraber öğrenim yaşam boyu sürecek bir forma dönüşmekte.
Her dönemin zorlukları farklılıklar göstermekle beraber, anne-baba ve çocuklar arasındaki nesil farkları özünde benzer. Dijital göçmenlerin dijital yerlileri anlamaya ve desteklemeye çalışması gibi, 100 yıl öncesindeki anne-babaların mühendislik, doktorluk ve avukatlık gibi temel meslekler dışındakileri kabul etmek bir o kadar zordu. Steven Spielberg’ün kendi çocukluk hatıralarından esinlendiği film Fabermanlar’dan nesiller arası meslek algısı ve seçimi üzerine birçok ders çıkarabiliriz. Öncelikle toplumun, okulların ve de ailemizin bizim için biçtiği rolleri, umut ettiği gelecekleri, başarı kriterlerinin doğruluğunu sorguluyor film. Küçük Sammy (çocuk Spielberg) anne babasının onu götürdüğü ilk sinema filmindeki tren çarpışma sahnesinden çok etkileniyor. Aynı sahneyi önce rüyalarında daha sonra da babasının kendine Hanuka hediyesi olarak verdiği oyuncak buharlı trenle tekrar ediyor, ta ki Annesinin tavsiyesiyle sahnenin filmini çekene kadar. Sonra film çekmek en büyük tutkusu oluyor. Matematikte kötü notlar alıyor ancak okul arkadaşlarına roller verip basit ancak etkili teknikleri filmlerine uygulayacak kısa filmler çekmeye başlıyor.
Ailevi travmalar, okul değişiklikleri, yeni okullardaki anti-musevi yaklaşımlar yeni zorluklar olarak karşısına çıkıyor ancak film çekmeye tutunuyor, ailesini kampta çekmekten 2. Dünya Savaşı filmine kadar hep daha ileri tekniklerle yeni yöntemler deniyor. Bilişim alanında duayenlerden olan mühendis babasının uzun süre hobi olarak gördüğü ‘film yapmak’ dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri olan Spielberg’le özdeşleşiyor. Yani, çocuklarını kendi doğrularıyla titizlikle yetiştiren biz ailelere çocuğunu tanımak ve onu yetenek, ilgi alanı doğrultusunda desteklemek düşüyor.