İnsanın Varoluş Nedeni ‘Çalışmak’ mı?
Datassist’in katkılarıyla 01 Nisan 2014 tarihinde Dünya Gazetesinde yayımlanmıştır.
Bu hafta Değişim Yelpazesi’nde konuğumuz çok uluslu yapı firması Monier’in CEO’su Daniş Navaro. Kendisiyle birkaç ay önce yayınlanan ve iş dünyasından büyük ilgi gören kitabı ‘Kariyer ve Varoluş’ üzerine konuştuk.
Daniş Navaro. Yapı sektörünün prestijli firması Monier’in CEO’su. Henüz çocuk yaşında en basit işlerle çalışma hayatına atılan ve 30-35 yıldır birçok farklı konumda çalışan Navaro çalışmayı yaşamın ta kendisi olarak tanımlıyor. Yöneticilik yaşamının yanında deneyimlerini koçluk ve yarı zamanlı öğretim üyeliği yaparak genç nesillere aktaran değerli bir profesyonel. 2014’ün başında yayınlanan kitabı ‘Kariyer ve Varoluş’ ile çalışmaya ve insana felsefi bir açıdan yaklaşıyor, çalışmanın insan yaşamındaki yerini, iç dünyasını şekillendirmesini ve mutluluğundaki payını geniş bir araştırmaya yer vererek akıcı bir dille tartışıyor.
Çalışmak yaşamın kendisidir
Navaro’ya göre, çalışmak yaşamın kendisi. Ancak her çalışma aynı değil. Örneğin, her resim yapan ressam mıdır? Ressamı ressam yapan gerçekte nedir? Resim yapan kişi resim yapma eylemini gerçekleştirir; o bir ‘resim yapan’dır. Ressam ise, resim yapar, yaptığı resmin üzerine düşünür, resmi neden yaptığını, kim için yaptığını, resmi iyi yapanın ne olduğunu ve buna benzer birçok soruyu kendine sorar, cevap arar, düşünür, ürettiği yeni fikirlerle yeni resimler yapmaya başlar. Ressam gerçekten iyi resim yapandır. Aynı iyi iş yapanların yaptığı gibi işine kendinden birçok şey katar, büyük sorulara cevap arar. Meslek sahibi insanı kafamızda net bir şekilde canlandırmamızı sağlayan bu tasvir aynı zamanda bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği ortaya koyar: Düşünmek, yapmak, üretmek, yaratmak. Bu süreç sayesinde insanoğlu ilerlemiş, bugün anladığımız şekilde medeniyet seviyesine erişilmiştir.
İnsanlık Tarihi içinde Çalışma Kavramı
Çalışma hayatta kalabilme faaliyetidir. Tarih öncesinde erkeğe avlanarak eve et getirme, kadına ise tarımla uğraşma, ev işlerini yapma ve çocuk bakma gibi roller düşmüştür. Yunan ve Roma medeniyetleri gibi eskiçağ toplumlarında fiziki çalışma aşağı görülmüş, kölelerin yaptıkları işler olarak tanımlanmış, düşünce ve fikir üretmeye dayanan zihinsel işler ise, üstün işler olarak sınıflandırılmıştır. Bunun en basit sebebi, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğin düşünebilme ve kendini ve çevresini geliştirebilme yetisi olmasıdır.
Tektanrılı dinlere geçildikten sonra Musevi ve Hıristiyan geleneklerinde çalışmanın tanrısal lanet veya bir bedel olarak görülmüştür. Ortaçağ döneminde kazanç elde etmek, kar etmek ayıplanan kavramlardı. 16. Yüzyıldan itibaren toprağın ticarileşmesi ve özel mülklerin yayılmasıyla beraber kapitalizmin ilk tohumları ekilir. Luther’in doktrini protestan ahlakıyla beraber ise, çalışma şart koşulur, Tanrı’ya hizmet etmek anlamı yüklenerek dini temeller üzerine oturtulur. 18.yüzyılda Benjamin Franklin çalışmanın dini yönünden çok sosyal bir görev olduğunu vurgular. Çalışmanın bugünkü anlamıyla anlaşılmasında en büyük rolü 18 ve 19. Yüzyıl düşünürleri Adam Smith, Jeremy Bentham ve John Stuart Mill oynamıştır. Çalışma geçinebilmek için yapılan, insanın zamanının dolayısıyla hayatının büyük bir kısmını teşkil eden zorunlu bir faaliyet olarak algılanmaya başlanmıştır. Adam Smith teorisini insanların kendini sevme ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sahip oldukları malları değiş tokuş etme arzusunu insanların hareket ilkeleri olarak kabul eder. Bu anlayış Smith’in serbest pazar ekonomisinin de temelini oluşturur.
Kariyer seçimi mutluluğu bulmada kilit önem taşır
Bugün çalışmak hayatta kalmak, para kazanmak gibi temel ihtiyaçların ötesinde, kişiye değer katma imkanı veren bir araç haline gelmiştir. Kişi değer kattıkça başarı sağlar, başarı sağladıkça mutlu olur.
İnsan yaşamında sürekli olarak mutluluğu arar, girdiği faaliyetler içinde amacı mutluluğa ulaşmaktır. Mutluluğun ne olduğunu anlamak için sorular sorar. Mutluluk tanımı ve mutluluğa giden yollar insandan insana değişiklik göstermekle beraber, mutluluğa ulaşabilmek ve sürdürülebilir hale getirmek için insanın kendi kendini tanıması şarttır.
Kişi için mutluluk nedir? Onu neler mutlu eder? İşini yapmaktan mutlu mu? Üretmekten mutlu oluyor mu? İnsanın sevdiği işi yapması mutluluğa giden yolların başında gelir. Yaşamının büyük kısmını işte geçirdiğini hesaba katarsak insanın işinin mutluluk veya mutsuzluk kaynağı olmasından daha doğal bir şey olamaz.
Kariyer seçimi hafife alınmayacak kadar önemli bir konudur. İnsan tüm yaşamındaki mutluluk potansiyelinin temellerini bu kararla atar. Bilinçsiz rastgele bir karar insanı iyi para kazandıran ancak keyif almadan mekanik bir şekilde yapılan işlere iter ve kişinin başka bir alanda yakalayabileceği başarı ve tatmini yok eder. Mutluluğa giden yolda en büyük engel olarak kişinin önüne çıkar.
Çalışan İnsan, Kariyer Seçimi ve Mutluluk
Kariyer ve Varoluş kitabında öne çıkan çalışan insan, mutluluk ve kariyer seçimi gibi konuları yazarı Daniş Navaro’ya sorduk:
– Daniş Bey, yapı sektörünün duayenlerindensiniz. Kitabınızda sözünü ettiğiniz gibi çok genç yaşta, henüz 32 yaşındayken, uluslararası bir grubun genel müdürlüğünü yapmışsınız, halen de profesyonel yaşamınızı Monier’in CEO’su olarak yürütüyorsunuz. Ayrıca, koçluk, üniversitelerde yarı zamanlı öğretim üyeliği gibi işlerle oldukça aktif bir iş temponuz var. Bize biraz ‘çalışan insan’ olarak Daniş Navaro’yu anlatır mısınız?
Çalışmak benim için bir varoluş, bir yaşama biçimi. Ancak bunu, sadece “ücretli çalışma, ücret karşılığı çalışma” anlamında söylemiyorum. Küçüklüğümden beri, hem iş hayatımda, hem özel hayatımda kendimi hep çalışırken, bir şeyler yaparken buldum. Sanırım şunu farkettim: insan bir şeyi üretirken yani çalışırken diğer taraftan da kendini üretiyor. Burada sonsuz bir süreçten bahsediyoruz, insanın bilincinde olması gereken hayatın önemli bir gerçeği bu. İnsanın amacı; doğum ile ölüm arasında, kendini hep yenileyen bir birey olmak. Bu bana hep, yeni yeni şeyler keşfetmenin yolunu açtı; değişik varoluş basamaklarına giriş yapmama imkan verdi.
Bir iki cümleyle çalışmanın sizin için anlamını özetleyebilir misiniz?
Çalışmayı, insanı insan yapan, insan haline getiren, ona kişilik kazandıran, özneleştiren, dünyaya gelmiş olmayı onun için anlamlı hale getirmiş olan bir edim ve bir koşul olarak kabul ediyorum. Hiçbir şey yapmadan duran bir insanı tasavvur edebiliyor musunuz? Yine, çalışma, üretici kimliğiyle, yani bir bakıma varolana yeni bir şey katan, onu zenginleştiren; olanı değiştirip bir yeni basamağa çıkartan yanıyla insan hayatında kendini gösteriyor diye düşünüyorum. Profesyonel iş dünyasında da aslında, tüm yapıp ettiklerimiz bu tanımlara denk gelmiyor mu? Üretim, satış, inovasyon, büyüme vb. tüm bu kavramlar, eylemler, çalışma ediminin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Ama diğer taraftan, evinde bebeğine bakan anne de, sokakta güvenliği sağlayan polis de, sadece zevk için resim yapan ressam da; hatta ve hatta boğazda öylece huzurlu bir şekilde akıp gitmekte olan suları seyredalıp kafasında yeni yeni düşünceler üreten sade bir vatandaş da çalışıyor olarak kabul edilebilir.
– Kitabınız ‘Kariyer ve Varoluş’ta çalışmaya felsefi bir açıdan yaklaşıyorsunuz. Bugüne kadar Türkiye’de birçok işletme kitabı yayınlandı ancak yanılmıyorsam çalışmayı felsefi akımlar çerçevesinde değerlendiren ve geniş bir araştırmaya yer veren başka bir örnek yok. Neden felsefe?
Felsefe, konu ne olursa olsun, hem temeli hem çatıyı temsil ediyor diye düşünüyorum. Yani kuşatıcı bir karaktere sahip. Hangi uzmanlık disiplinine sahip olursanız olun; ister siyaset, ister iktisat, ister teknik, ister sanat sonunda hepsinin bir felsefesi var.
Aristoteles’in varlığa ilişkin, sırayla sorduğu iki soru çok önemli: 1) Ne vardır? 2) Var olan nedir? Gerçekten de, çoğu zaman, içinde bulunduğumuz durumu, karşı karşıya durduğumuz problemi veya insanı anlamadan, tamamen ön yargılarımızla ya da var olanın doğru bir tanımını yapmadan hareket ediyoruz. Felsefe bu açıdan çok değerli. Öncelikle var olanın yapısal veya varlıksal özelliklerini inceliyor. Varlığın hangi yapıda olduğunu anlamaya çalışıyor. Bu bir bakıma hakikati anlama etkinliğidir. En azından hakikate asıl anlamda yaklaşmaya çalışmak demektir. İşte, gerek iş gerek özel hayatta genelde bu yapılmıyor: insan, ezbere bilgiyle, kulaktan dolma bilgiyle, eksik bilgiyle, aceleyle, üstün körü elde ettiği bilgiyle davranıyor. Felsefe bunu engeller. Böylece, yapılacak şeyin felsefi temelleri açıklığa kavuşursa, hem o şey çok daha somut, verimli ve anlam kazandırılacak bir hayata bürünür, hem de insan, gerçekten de insanlığa layık koşulları oluşturmuş olur. Felsefe, bir bakıma, insanı özneleştiriyor; onu robotluk durumundan kurtarıyor; sokakta, okulda, ya da çevresinden öğrendiği tüm bilgileri sorgulama olanağı sağlıyor; çok boyutlu düşünmeyi kazandırıyor. Böylece, insan -söz yerindeyse- kendi ayakları üzerine basan bir “kişi” haline gelmeye başlıyor. Ben bu yüzden felsefe diyorum.
– Çalışmak insan hayatının büyük bir kısmını kapsayan ve mutluluğunda belirleyici olan bir faaliyet. Hatta kitabınızda çalışmanın insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik olduğunu vurguluyorsunuz. Çalışmak bizi nasıl mutlu ya da mutsuz ediyor?
Düşünün; ortalama bir insan, bugün dünyanın neresinde olursa olsun, sabah saat 07:00’de kalkıp neredeyse akşam 20:00’ye kadar -para kazanmak zorunda olduğundan dolayı- bir işte çalışıyor. Böyle bir durumda, sevmediğiniz, istemediğiniz bir işte çalışmak, yaşamınızı, o tek kerelik ve biricik yaşamınızı, heba etmeniz anlamına gelmez mi? Bunun adı dram ya da trajedi değil de nedir?
İnsan, en temelde, kitabımdaki iş ve sevgi arasındaki ilişkiyi anlattığım bölümde de bahsettiğim gibi, bir “sevgi” varlığı. İnsan, neyi severse ona yönelir. Sevmediği bir şeyi yapmakta olan veya sevmek için kendisine göre belli nedenleri üretemediği bir işle meşgul olan insan, mutsuz olur. Mutsuz olunca, o işi de iyi yapamaz zaten. Kişinin, yapacağı işle kendisi arasındaki “o çok özel”, kişiye özgü özgünlük yaşıyan “sevgi bağını” kurması gerek. Bu yapıldığı takdirde, iş, yapanın gözünde önce değer, sonra da anlam kazanacaktır. Bir bakıma “yapılmaya değer” bir karakter kazanacaktır. Bunun sonucunda o iş, öznesi için “anlamlı” hale getirecektir. Anlam ise, yine mutluluğu sağlayan en temel belirleyicilerdendir.
– Ülkemizde meslek seçimi çoğu zaman bilinçsiz bir şekilde, kader kısmete daha çok da üniversite sınavında tutturulan puana göre yapılıyor. Böyle bir yaklaşım sonucunda da hayatı boyunca çalışacağı alanı sevmeyen ancak ekmek parası uğruna bir yola girip devam eden mutsuz bir çalışanlar ordusu karşımıza çıkıyor. Bilinçli meslek seçiminin kişinin başarısına ve mutluluğuna etkileri neler?
Maalesef her şeyden önce içinde bulunduğumuz sistem, kişiyi köşeye sıkıştıran, çaresizleştiren, onun asıl anlamda yapmak isteyeceğine olanakları tıkayan bir sistem. Sistem, üretici kimliğini yitirdi ve tamamen tüketici – yok edici bir oluşu empoze etmeye başladı. Ayrıca, bugünün gençleri müthiş bir mesaj bombardımanı altında. Bu mesaj temelde şu: “iyi para kazandıran bir meslek seçin, bu sayede mutlu olursunuz.” Bu mesaj, kişinin kendisinin ne olduğunu fark etmesinde de çok önemli bir engel oluşturmakta çünkü kişi, kendisinin yapısal özelliklerinin, zevklerinin, öz potansiyelinin, karakterinin, kişilik özelliklerinin ne olduğunu tam veya açık seçik bir şekilde anlamaya çalışacağına, tamamen “para kazandıran bir mesleği seçebilme uğraşı”na kilitleniyor ve sonuçta, hayatı boyunca, belki para kazanacağı ama hiçbir zaman mutlu olamayacağı bir meslek seçiyor. “Mutsuz zenginler” ordusu da böyle oluşuyor zaten.
Yapılması gereken şu bence: önce kendimizi tanıyacağız; sürekli denemelere girişeceğiz; karakter ve teknik özelliklerimiz çerçevesinde, seveceğimiz ve bizim için anlamlı olacak bir iş seçeceğiz. Ne iş seçersek seçelim, sonunda belli bir maddiyat gelir; hele hele o işi çok iyi yaparsak, muhakkak gelir. Zaten bir işi “iyi ya da en iyi yapanlardan biri olmak” o işi çok sevmekten ve çok çalışmaktan geçer. Maddiyat tabii ki gereklidir; hayatta kalabilmeyi başarmak için; ancak onu bir hedef olarak değil de sonuç olarak kabul edersek; ve işin ne getireceğine değil de işin kendisine odaklanırsak, haz ve mutluluk şansımız artacaktır.
Bu yazı Dünya Gazetesi'nin Değişim Yelpazesi köşesinde 01.04.2014 tarihinde yayınlanmıştır.