BÜYÜKLERİN DÜNYASINDA ÇOCUKLARIN KURALLARI
BÜYÜKLERİN DÜNYASINDA ÇOCUKLARIN KURALLARI
Yazar: Ela Erozan Gürsel
İş dünyası bazen bizleri herşeyi fazla ciddiye almaya itiyor. Kurallar, teoriler, komplike süreçler, politikalar, sürekli karşımıza çıkan problemler, almamız gereken riskler…
Öyle günler oluyor ki zamanımızın tamamı iş yaparak, iş düşünerek, iş için yaşayarak geçiyor. Boş zamanlarımızda okuduğumuz kitaplardan dergilere katıldığımız kişisel gelişim kurslarına kadar herşey işle iç içe. Farklı şeyler yapmaya, düşünmeye, birkaç saat olsun eğlenmeye zaman bulamadığımız günlerin sayısı gitgide artıyor. Naomi Simson’a göre buna dur demenin zamanı geldi de geçiyor.
Sydney Avustralya merkezli farklı hediye deneyimleri pazarlayan RedBalloon şirketinin kurucusu Simson eğlenmenin ve espri anlayışının işin vazgeçilmez bir parçası olması gerektiğine inananlardan. 2001 yılında kurduğu şirketinin felsefesi basitlik üzerine kurulu. Eğlenmek ve şakalaşmak ise işin saygı duyulan bir parçası olarak içselleştirilmiş. Edindiği bu prensibi sayesinde Simson hergün işe gitmeye istekli olduğunu söylüyor. Kendi gibi çalışanlarının da aynı hisler içinde iş başı yaptığı görüşünde.
Üretkenliği arttırmak için işin eğlenceli olması gerekliliğini ise taa anaokulu çağında kavramış. Eğer herşeyi paylaşırsak, oyun oynarsak, her konuya merak ve ilgiyle yaklaşırsak, birbirimizin elini tutup bırakmazsak, iş ilham veren ve kalmak istediğimiz bir yer haline gelir. Sözünü ettiğimiz şeyler kulağa çok basit gelebilir, sağduyulu her insanın aklına gelecek şeyler olabilir ancak bir çoğumuzun uygulamaya geçiremediği şeyler. Üstelik bu kolay adımları uygulayarak çocukluğumuzdaki gibi herşeyin çok daha kolay olduğu bir dönemin artılarını yaşayabiliriz.
Simson’un Basit Kuralları:
Herşeyi paylaşın:
İletişim herşeyin önünde olmalı. Kurumsal hayatın içinde birçok şirkette iletişimin geliştirilmesi üzerine birçok konuşma yapılır, eğitimler alınır, konferanslara katılınır. Ancak günün sonunda gene kişiler, departmanlar arası iletişimin pek de iyi olmadığı çıkan aksaklıklardan, haberdar olunmayan konulardan ortaya çıkar. Simson’un tamamen açık bir iletişim sağlanması için uyguladığı 3 basamaklı net bir toplantı akışı var. Neler yolunda gidiyor? Neler yolunda gitmiyor? Problemin neresinde tıkandınız? Problem paylaşıldığı zaman bir kısmı giderilmiş hatta yarı yarıya çözülmüş demektir. Problemi teşhis etmek çözüm yolunda atılan en etkili adımdır. Bu toplantı maddeleri sayesinde stabil, tutarlı ve açık bir yol izlemek mümkün oluyor.
Oyun oynayın:
Ne kadar saçma görünse de, oyunlar insanların konsantrasyonuna pozitif etki eder. Çoğumuz doğum yaşımızdan bağımsız olarak içimizdeki çocuğa kulak vermeyi severiz. Oyun oynayarak hem takım arkadaşlarımıza yakınlaşmamız hem de işe ara vererek kafa boşaltmamız mümkün olur. Bu sayede işe döndüğünüzde yenilenen bir zihinle çalışabilir, problemlere farklı açılardan bakabilir, yaratıcı çözümler üretebilirsiniz.
Meraklı olun:
Çalışma arkadaşlarınızla ilgilenin, onları dinleyin. Başarılarını ve başarısızlıklarını bir dinleyici ve destekçi olarak paylaşın. Başarılarını kutlayın, küçük de olsa her başarının kayda değer olduğunu gösterin. Büyük çabalar harcayarak kazanılan başarıların desteklenmesi çok önemlidir. Başarı başarıyı çeker, çalışkan insanlar çevrelerine çalışma isteği saçar. Bir kişiyi başarısından dolayı tebrik etmek kritiktir, herkesin içinde tebrik etmek sadece başarı sahibini değil diğer çalışanları da motive eder. Tebrik hem formal bir sistem içerisinde prim veya terfi olarak verilmeli hem de üst yönetim teşekkür ve takdirini çalışana kişisel düzeyde göstermelidir. Hangi pozisyonda olursanız olun, 500 kişilik şirketin CEO’sunun sizin yanınıza gelip ‘çalışmalarını takdirle izliyorum, tebrikler, böyle devam et’ demesi kimi zaman primden bile daha etkili olabilir.
Elele tutuşun ve birbirinize kenetlenin:
Yeni ortama girdiğiniz zamanları düşünün. İster iş olsun ister okul olsun yeni kişi olmak zordur. Bir yandan kendinizi yabancı hissedersiniz, öte yandan belli bir süre birçok niteliğiniz olmasına rağmen, herkes sizi ‘yeni kız/kadın’ veya ‘yeni çocuk/adam’ olarak görür. Oysa, bu süreci kısaltmak yeni kişinin yeni şirketine aidiyet duygusunu geliştirmesiyle mümkündür. Çalışma arkadaşlarına alışması, firmanın vizyonunu benimsemesi ile kişi kendini şirkete daha bağlı hissedecektir.
Hadi anaokuluna geri dönelim: Neden öğleden sonra 3’te mutfakta toplanıp süt ve kurabiye yiyemiyoruz. Yaşımız ve sosyalleşmemizdeki farklılıklar gereği takım arkadaşlarınızla düzenli öğle yemekleri ayarlayabilir, iş çıkışı birşeyler içmeye çıkabilir veya bowling oynamaya gidebilirsiniz.
Kısacası, Simson yuvada öğrendiği kuralların şekil değiştirerek bugün de geçerliliğini koruduğunu savunuyor. Simson’a göre, anaokulu dönemi çocukluğun en keyifli dönemlerinden biri. Bugün ise, iş yaparken eğlenmekten çekinmemeli.
Fulghum’ın Yaşama Uyguladığı Anaokulu Kuralları
Aslında, anaokulu kurallarının hayata uygulanabileceğini ve kişiye başarı getireceğini ilk dile getiren Amerikalı yazar Robert Fulghum. 1986’da ‘Öğrenmem gereken herşeyi anaokulunda öğrendim’ adını verdiği kitabında hayatın her evresinde, her ortamda uygulamaya koyarak başarı kazandığı basit anaokulu kurallara değiniyor.
Kurallar şöyle:
- Herşeyi paylaş.
- Oyunu kurallarına göre oyna, mızıkçılık etme.
- Kimseye vurma.
- Aldığın şeyi yerine koy.
- Kendi dağınıklığını kendin topla.
- Sana ait olmayan şeyleri alma.
- Yemek yemeden önce ellerini yıka.
- Sifonu çek.
- Birini incittiğinde veya hata yaptığında özür dile.
- Dengeli bir yaşamın olsun: biraz öğren, biraz düşün, resim yap, şarkı söyle, dans et ve hergün biraz çalış.
- Her öğleden sonra kısa bir uyku çek.
- Dışarı çıktığında trafiğe dikkat et, elele tutuş ve sakın ellerini bırakma.
- Merakın bilincinde olun. Çocuk kitaplarında sıklıkla karşımıza çıkan büyülü kelimeyi esgeçmeyin ‘BAK’
Fulghum’ın mantığı basit: 6 yaşında bir çocuğu topluma alıştıran basit kurallar aynı zamanda geleceği biçimlendirmekte. Örneğin, çocuğa şiddetin insanlar ve toplumlar arası yapıcı etkileşimi engelleyeceğini anlatmanız soyut kavramlar kullanarak imkansızdır. Ancak, 6 yaşında bile çocuk şunu anlayacaktır: ‘Kimseye vurma. Eğer insanlara vurursan onlarla hiçbirşey paylaşamazsın veya oyun oynayamazsın.’ Aynı şekilde, anaokulu çağındaki çocuğa çevre kirliliğinin yıkıcı zararlarından söz edemezsiniz ancak ‘kendi çöpünü kendin atın, herşeyi aldığın yere geri koy, sana ait olmayan şeyleri alma’ gibi basit prensipleri henüz 6 yaşındaki bir beyne kolaylıkla kabul ettirebilirsiniz. Bu tür prensipleri benimseyen insanlar gelecekte diğer insanlara ve çevreye duyarlı bireyler, iş adamları ve vatandaşlar haline gelirler. Burada en önemli fark, teoriyi pratiğe geçirmededir. Bilgi ancak davranışa dönüştüğünde anlam kazanır.
Bu yazı Dünya Gazetesi'nin Değişim Yelpazesi köşesinde 22.01.2013 tarihinde yayınlanmıştır.